Babam, Hacı Niyazi Çetin (1913-1992)
Manifaturacı ya da Altıncı Kör Niyazi diye tanınan ve bilinen rahmetli babamın; “Yetişmiş ekine giren sığırı çıkarma hışmıyla sabahları yataktan kalkıyorum.” sözü çalışma konusunda hep teşvik kaynağım olmuştu.
1947 li yılının sonlarında Cavlak’tan (Çayırönü) Koçhisar’a gelir. Göçmeden öncesi ve sonrası yıllarında bir kulaksız eşekle köy köy dolaşarak çerçicilik yaparmış. Tiftik ve yün alır pırtı verirmiş.
Veli Emmi’den satın alındığını işittiğim iki katlı kerpiç ev ve yan tarafındaki biraz büyükçe bahçe, çocukluğumun ilk hatıralarıdır. Bu hatıraları değerli ve bana gayret kaynağı olan rahmetli babamın ustalara amelelik yaparak oradaki evleri çoğaltması idi.
İyi hatırlıyorum “Sarı Bina” dediğimiz köşe başındaki evin inşaatında çalışan ameleleri, bir yemek molasında dinleyen babam, onlardan şunu naklederdi:
“Arkadaş! Eğer kendine bir hizmetçi tutmak istiyorsan ana ile babayı tutacaksın. Bunların işlerinde hile hurda olmaz, sadakatle meccanen çalışırlar.”
Evet, rahmetli annem ve babamın benim/bizim için fedakârane emeklerini hangi kelimelerle anlatabilirim, doğrusu bilemiyorum!
İnsanın en birinci üstadı, annesi ve babasıdır. Hayatımızdaki her şey onlarla başlar. Lâkin babamınki biraz garip. Zira ileriki yıllarında Hamza Dedemin, evimizde, babam ile yaptıkları konuşma ya da tartışmalarından kendisinin çok da baba yardımı ve eğitimi almadan geleceğini bin bir güçlüklerle hazırladığını ve kendini yetiştirdiğini hatırlıyorum.
Küçükken geçirdiği suçiçeği hastalığı, gözünün birinin kaybına sebep olur. Açık ama görme özelliğini yitiren gözü, artık onun “Kör Niyazi “ünvanına vesile olacak. Ama o, bu rahatsızlığını çoktan aşmış, içselleştirmiş ve âdeta bir isim olarak kullanmakta idi. Zira biz bile kendimizi tanıtırken onun bu ünvanını zikrederek başlardık.
Evdeki otoritesi yerinde idi. Çoğu zaman dükkândan getirdiği yevmiye defterini küçük kalemi ile kontrol ederdi. Kur’an kursuna gittiğim ilk günlerde bana yardımcı olduğunu rahmetle anarım. Aile içi vukuatları “üretmeyin” diye büyümeden önler, özel görüşmelerle ikna eder, çözüm arardı.
İş ve ev komşuları babamı pek severler. Hacca gittikten sonra “Hacı Ağa” ünvanıyla anılır. Rahmetli Abidin Akın hem komşumuz ve hem de hısımımız idi. Babam onunla sohbeti pek severdi. Sonraları Destici Tat Mehmet, Demircili Muharrem Amca ile yakın sohbetli görüşmelerini hatırlıyorum.
Çarşıda sabah erkenden takılmalar başlar. Bakkal (Deli) Rıfat, kunduracı Şerafettin, Nevşehirli Ali, pırtıcı Kürt Ato, Cıngıllı Dede ile aralarında çay ikramı faslının yeni konusu var idi. Şerafettin Amca ileri yaşında genç bir ferik ( genç hanım) alır ve bir de kız çocukları olur. Akşam olmadan kızını babasına yollar. Kız acele gelir ve “Baba, anam seni çağırıyor.” deyince, heyecanlanan Şerafettin Usta doğruca eve gider. “Hayırdır avrat, niye çağırdın?” deyince “Bişey yok herif, akşama hangi yemeği yapayım, onu sormak için çağırdım.”, ifadesi artık aralarında tekerleme olarak bizimkilerin sabah muhabbetlerinin siftahıdır.
Ekrem Ağabeyimin genç yaşta kalb rahatsızlığı; babamı, ağabeyime rahat bir işi olsun diye sarraf dükkânı açmaya yönlendirir. Her ikisi de Koçhisar’ın itimad edilen sağlam esnafı ve şahsiyetidirler, Allah, rahmet eylesin.
Yardımseverliği, reklamsızdır. Kime nasıl ve ne kadar yardım yaptığını, yardım görenlerden duyardık, sonraları. Her Mevlid Kandilinde mevlit okutur, garip ve yoksulları ısrarla yemeğe dâvet ederdi.
O, dağ gibi sarsılmayan adamı, ilkin Ekrem Ağabeyimin ve sonrasında da anamın vefatı yıktı desem, abartmamış olurum.
Kurşunlu Camiinde tapulu yeri olan!
Evet, o benim babam!
Rahmetli Abidin Akın ile yaptığı bir sohbetinde anlatıyordu:
“Biliyor musun dünürüm Abidin Efendi? Kurşunlu Camiine namaza gittiğimde ön safın minberin sağ tarafında pencerenin önündeki yer âdeta bana tapulu idi! Niçin diyeceksin, biliyorum. O safta namaza durduğumda pencereden kızım Müşerref’in evini görüyorum. Acaba kömürleri var mı, bacaları tütüyor mu, endişelerimi gideriyorum.”
Bunlar ana ve babaların evlâd sevgisi ve ilgilerinden ibretlik hikâyelerdir, ama yaşanmış cinsinden ki nesilden nesil aktarılır durur.
Evlâd; çocukluğunda babasını arar, gençlik ve orta yaş döneminde azarlar ve ileri yaşında tekrar babasını arar, bulamazsa hatıralarıyla anarak avunur.
Nice sıkıntıya düştüğümüzde imdadımıza yetişen, tereddütlerimizde fikir ve tecrübeleriyle pusula olan, dağılan aileyi hastalanmasıyla “geçmiş olsun” temennileriyle topladığı gibi vefatıyla da son defa bir araya getiren babadır, dostum!
Varın siz, baba hakkında yazılan binlerce methiyeyi hatırlayın. Ne kadar anlatırsanız anlatın yine de azdır.
Analara yapılan üstün takdirlere elbette bir diyeceğimiz yok, lâkin baba; analara yapılan bu takdirlerin arkasındaki gizli öznedir.
Yazımızın girişindeki anekdot (hikâyecik), yaşanmışlığın tecrübesidir. Evlâdımızı evlendirdikten sonrasında bile onunla alâkamızın kesilmemesi gerektiğinin resmidir. Bu ilgi, sadece evlâd ile kalmıyor elbette, sırayı torunlar alıyor, hem de daha hızlı ve daha heyecanlı.
Babam; ablamın, evinin bacası görünen pencerenin olduğu ilk safın sağ tarafında yani minberin sağına durur. Oradan kızının/ablamın durumundan muttali olacak…
Namazda böylesi durumlar olur mu, diyebilirsiniz, eyvallah. Bizler evliya değiliz elbette, ama aynı gözlem, kılınan vakit namazının bütün rekâtlarında herhalde olmuyordur. Kaldı ki hangimiz kıldığımız namazda dünyaya dalmadan kılabiliyoruz?
Bu savunmaları bir yana bırakalım. Lâkin hayatın gerçeğine dönerken elimizin altındakilerin kıymetini, onlar gitmeden bilmemiz lâzım.
Eldekilerin kıymetinin bilinmesi konusunu bir hadis-i şerifle taçlandıralım:
“İhtiyarlık gelmeden, gençliğin; hastalık gelmeden, sıhhatin; fakirlik gelmeden, zenginliğin; ölüm gelmeden, hayatın; meşguliyetten önce, boş zamanın kıymetini bilin.” (Beyhaki, 9575 nolu hadis)
Sosyal medya yorumlarından
Hayati Yıldırım
Görüp yaşadığım ve hayatımda uygulamaya çalıştığım bir anımı paylaşayım Abi.
Ben 7-8 yaşındaydım, şimdi 47.
Allah rahmet eylesin, Niyazi Emmim hastalanmış, bende Kara Mehmet dedemle ziyarete gitmiştik. Sizin eve Niyazi emmim hasta yatağından kalkıp dedemin elini öpüp, tekrar yatağına gitmişti. Bu beni çok etkilediydi. Şimdi ben bunu küçüklerin yanında hep yapıyorum. Belki örnek alırlar diye
Görüşmek üzere Allah’a emanet ol.
Hamza Çetin
Abiciğim!
Allah senden razı olsun. Beni eski günlere döndürdün. Hayat bu, inşallah mekânları Cennet olsun.
Bir gün Koçhisar’a gitmiştim. Karşımdan amcama benzer biri geliyordu, yaklaşınca amcam olduğunu anladım. O zaman Ekrem abi ve Dudu annem vefat etmişti. Ben amcama sarıldım ve çok ağladım, çünkü kanadı kırılmış kuş gibiydi, o da ağladı. Allah, hepsine rahmet eylesin. Âmin.
DİĞER HABERLER
Lafa Bakarım Laf Mı Diye…..Diye
Selamlaşma nasıl yapılır, hükmü nedir?
MEHMET ÇETİN Osman Özbek-Üzengilik’li Osu