Şereflikoçhisar Tuzgölü Haber Gazetesi

Gazete – Matbaa – Baskı İşleri

KIYMET BİLMEK!

Kimse kusura bakmasın ama insanoğlu olarak kıymet bilmiyoruz. Aldığımız nefeste, içtiğimiz suya, hatta içinde bulunduğumuz imkanlara kadar. Hep bir telaş içerisindeyiz. Tek derdimiz biraz daha kazanmak, bu yolda elimizden gelenin en iyisini demiyorum, en kötüsünü yapıyoruz. Bir lokma ekmekle doyacak olan karnımız, koca dünyayı verseler doymayacak duruma geliyor. Hatta bu kazanç uğruna zaman zaman insanlığımızdan dışarıya çıkıp, hayvanların dahi yapmayacağı bir takım hal ve hareketlere bürünüyoruz. Kıskançlık, çekememezlik, ön yargı, buğuz etmek, karalama, çamur atma, hatta daha ileriye giderek, düşmanlığa bürünüyoruz. Sahip olduklarımıza önem vermiyor, bir başkasının yana yakıla aradığı, birisinin elde etmek için birçok şeyinden vazgeçeceği değerler, kendi uhdesindeyken önemsizleşiyor ve kaybetmeyeceğine inanıyor. Dedim ya tek derdimiz kazanmak, bu kazanç ise, eş-dost yerine maddiyata dayalı bir kazanç. Varımız yoğumuz para. Tamam kazanalım, çalışanı hem kulunun hem de Allah’ın sevdiği doğru ama, kazanırken de benliğimizi, kişiliğimizi, değerlerimizi kaybetmemeye özen gösterelim.
Ailesinden çok her gün aynı iş yerinde çalışan kişiler en ufak bir olayda birbirinin arkasından konuşmaya, yanından ayrıldığı zaman asıp kesmeye, yan komşu yan komşusuna düşmanca bakmaya, kardeş kardeşin kuyusuna kazar olduk. Bir şey olacaksa tek bende olsun, başkasında olmasın mantığı, bizi bizden alıp, başka kimliklere büründürüyor. Üç günlük dünyada hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor, etrafımızda kimler varsa en ufak bir menfaat ve çıkar uğruna satıyoruz. Hatta öyle bir hale geldik ki, yola çıktıklarımızı, yolda bulduklarımıza değişir hale geldik. Tek derdiğimiz para. Ama bilmiyoruz ki, bizi yaradanın çalışıp çabaladığımız sürece rızkımıza kefil olduğunu unutuyoruz. Sanıyoruz ki, kefenin cebi var, sanıyoruz ki kazandıklarımızı mezarımıza koyacaklar. Mezar demişken geçtiğimiz günlerde okumuş olduğu bir yazı çok hoşuma gitti. Adamın biri oğluna; öldüğüm zaman senden tek isteğim var, o da ayağımın birine eski bir çorap giydirmeyi ihmal etme! diye vasiyette bulundu. Zaman geldi her faninin akıbeti onu da gelip aldı götürdü. Adamı teneşir tahtasına yatırdılar, imam efendi yıkamak üzere başına geçip vazifesini yapmaya başladığı zaman, meyyitin oğlu babasının vasiyetini arz ederek: “Babama mutlaka bir eski çorap giydireceğiz” dedi. İmam: Olmaz, İslâm esaslarına göre ölüye kefenden başka bir şey sarılmaz, dediyse de adam illa da babasına çorap giydirmekte ısrar ediyordu. O muhitin hocaları toplanıp bu meseleyi görüşmeye ve ölüye çorap giydirilip giydirilmeyeceğinin müzakeresini yapmaya başladılar.
İlim meclisinde bu müzakere devam etmekte iken içeri bir adam girip mevtanın oğluna bir mektup verdi. Mektup çocuğun babası tarafından verilmiş ve öldükten sonra kendisine verilmesi istenmişti. Meyyitin oğlu babasının bıraktığı mektubu yüksek sesle okumaya başladı. Mektupta şöyle denilmekte idi: «Oğlum! Görüyorsun ya, sana o kadar mal-mülk bıraktığım halde, bana bir çorabı bile çok görüyorlar. Elbette bir gün sen de benim gibi ölüp gideceksin. Aklını başına topla… Sana da birkaç metre kefenden başka bir şey vermeyecekler. Sana bıraktığım malı, iyi harca, sarf edeceğin yerleri iyi seç. Çünkü senin kabre götüreceğin amelinden başka bir şey değildir.» Din adamları ölüye kefenden başka bir şeyin giydirilmesinin mümkün olmadığına karar verdiler ve adam hakikaten birkaç metre bez ve ameliyle baş başa kaldı. Aynı bu olayda olduğu gibi bizler de, zamanı gelince amelimizle baş başa kalacağız.
Birde, “Kıymet bilmek, kaybedince arkasından ağlamak değil, yanındayken sımsıkı sarılmaktır.” İnsan değer bilmeyen varlıktır. İnsanoğlunu ne zorluktan, ne darlıktan çıkarttık yine de inkar etti deniliyor. Şöyle etrafımıza baktığımızda tanıdığımızı sandığımız bazı insanların yaşam biçimi, Anne ve Babasına yaşarken olan ilgisizliği ve kaybedince yaptığı riyakarlık, toplum önündeki yaptığı sorumsuzluk ve saygısızlığı bu kadarı da olmaz dedirtiyor. Birinci derecede sorumlu olduğu Aile fertlerine ilgisiz davranıp kaybettikten sonra döktüğü timsah gözyaşları, feryadı figanları, sahte davranışları, verdiği cenaze yemeği ve yaptığı Perşembe ile kamufle etme çabaları kıymet bilmemek ve nankörlükle direkt ilgilidir. Sevdiğimiz insanların değerini kaybettikten sonra anlamak, dizlerine vurmak insanım diyenlere yarar sağlamaz, ancak yaşarken ihtiyaçlarına koşarsan karşılığını yaratandan, sonra ise çocuklarından alırsın. Ve en acısı gidenin arakasından çaresizce bakmak. Sade ama sadece bakmak. Elinden hiçbir şey gelmemek. Edebildiği kadar dua, itiraf ettiği kadar pişmanlık, sonra çaresizlik ve verilen vaat dolu sözler. “Keşke” ile başlayan ifadeler, elini tersi ile itilen maddi değerler…. Ama giden gitti, bazı şeylerin değeri kaybedilince anlaşıldı. Halbuki bu kişiler daha öncede hayatımızdaydı… Ama bilmedik, bilemedik. Taa ki kaybedene kadar…
O yüzden kıymet bilmeliyiz. Çeşitli hastalıkta dolayı yemek yiyemeyenler, yediği yemeğin, nefes almakta güçlük çekip makinaya bağlı kalanlar, aldığı nefesin, annesi- babası, eşi- çocuğu hayatta iken görmezden gelenler bu kişilerin, evimizin, işimizin, en önemlisi sağlığın ve dostluğun kıymetini bilmeliyiz. Yoksa belli bir süre sonra bazı şeyleri arıyor ama; maalesef bulamıyoruz…
Elimizde olan ve kıymetini bilmediğimiz her şeyin aslında çok kıymetli olduğunu bilip, ona göre davranmak dilek ve temennisi, selam ve dua ile..
Son olarak sosyal medyada yapmış olduğum hastane paylaşımım sonrası arayan, soran tüm eş, dost ve tanıdıklarımıza sonsuz teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız…

Sakarya araç kiralama Sakarya evden eve nakliyat