Hadis şöyledir: “Sizler inanmadıkça cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız.” (Müslim) Hadisin söylediği çok açık iman etmiş sayılmazsınız yani Müslüman olmamız için birbirimizi sevmemiz lazım. Birbirimizi sevince Müslüman sayılırız.
Müslüman olunca da cennete girebiliriz. Müslüman olmadıkça cennete giremeyiz.
Eğer Yüce Rabbimiz, habibinin bize bildirdiği bu uyarıya göre muamele ederse -ki bu uyarı Müslümanların birbirine nefret etmelerini engellemek için söylenmiş olabilir. inanınız ki büyük bir yüzdemiz cennet yüzü göremeyiz. İnanmayan zaten cennet yüzü göremez. Ama bu uyarıya göre inandığını ve cennete gideceğini zanneden milyonlarca insan da bu kapıdan boş çevrilecektir. Gerekçe de çok basit;
‘Siz birbirinizi menfaatsiz sevmediniz.’ Basit ama belli ki Yüce Rabbimiz katında büyük bir kusur olarak görülüyor bu hal.
Sevgi gösterilerimizde menfaat odaklıyız. Beklentimiz varsa sevgi de var. Beklenti bittiği anda ilgimizi kesiyoruz. Sevgilerimizde gösteriş hakim. Yapmacık bir sevgi yüzümüze siniyor. Aynı camide, aynı apartmanda, aynı dairede çalışmamız bile sevgiyi yaymaya yetmiyor. İçten olmayan selamlamalar.
Zoraki tokalaşmalar. Yarına yatırım için söylenen övgü dolu sözler. Bir an önce bitse diye beklediğimiz toplantılar. Mutluluğu kutlarken bile ‘Bana ne yani’ bakışını zor saklayamayan sahte gülücükler.
Kuran-ı Kerim’de Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizi etkileyen ayetlerden birisidir:
“Emrolunduğun gibi istikametli, dürüst ol.” Neysen öyle ol. Öyle kal. O, öyleydi zaten.
Bir din kardeşinle içten muhabbet beslemiyorsan bari yalan söyleme, yapmacık yapma, kandırma, aldatma dürüst ve samimi ol. Abartıya kaçma. Olduğu kadar sevgi göster. Zira senden sahte gülücük istenmiyor. Hadis zahiri, görünüş ve görüntüdeki sevgiyi anlatmıyor. Hadis iç dünyanızdaki duygularınıza ‘Allah için sev ve katlan’ talimatını verin diyor. Din kardeşinin menfaatini onun hayrını, onun mutluluğunu, sevincini, başarısını kendininki gibi gör diyor. Bencillikten, eneden, benden fırsatçılıktan vazgeç diyor.
Biz Müslümanlar; muhabbet, Allah için sevgi, hasedsiz, dedikodusuz bir din kardeşliği sınavını maalesef
beceremedik. Şeytan bize galip geldi. Bazen sahte gülücüklere sözlere, muhatap olmamak için evinden çıkmamayı yeğleyenler var.
Selamsız, sabahsız işine gidip gelenler var. Yüzler sevgi yaymıyor. Herkes içine kapanmış. Kendi dünyalarında sürgün bir hal yaşıyor gibiler. Manevi savrulma var. Aşikar. Hasbilik, akılsızlık gibi görülüyor. İçtenlik aptallık sayılıyor. Menfaatsiz insan alay edilen insan gibi algılanıyor. Hayret. Sahi en son ne zaman içinize bakıp iki damla gözyaşı döktünüz. Ne zaman, sadece Allah bilsin diye tenhada yarım saatlik bir secde yaptınız. Ne zaman derinden gelen bir yakarışla ölüm ile hayat benim için eşittir, kararına koşarım Rabbim dediniz. Din kardeşini sevmiyorsan incitme bari. Üzme. Aleyhinde konuşma. Diline dolama.
Günahına girme. Onun akıbetinden korkmuyorsun bari kendi akıbetinden kork. Sevabın, iyiliğin ulaşmıyorsa zararın dokunmasın. Şeyh Sadi, Gülistan’da şöyle der; Zalim ve fasık biri, bir Allah dostuna sordu: Hangi ibadet daha faziletlidir? Allah dostu cevap verdi: Senin için uyku. Çünkü sen uykuda olduğunda kimseyi incitemezsin.
Üç Arkadaş Yola Çıktık Sevgi ve muhabbette en önde olanların en önemlilerinden biri olan Hz. Ömer’e bir kulak kabartın. Benim acizane anlatmaya çalıştığın “Allah için sevmek” işini bakın nasıl işliyor.
Hz. Ömer halife olunca geçim şartlarını pek değiştirmedi. Azla yetindi. Sahabenin ileri gelenleri kızına gittiler. Şöyle dediler. Babana telkin et de maaşını yükseltsin. Hz. Ömer’in kızı Hafsa, peygamberimizin eşiydi. Hz. Hafsa babasına bu teklifi yaptı. Babacığım, gelen gidenin, masrafın çoğaldı. Biraz daha kendine para ayırsan dedi. Hz. Ömer, “Kızım! Sen Resulullah’ın eşiydin. Onun günlük geçimi nasıldı?” diye sordu. Hz. Hafsa, “Yetecek kadardı” dedi. Bunun üzerine o deruni sorumluluğu ve ulaşılması zor hassasiyeti belleğimize kazıyan şu cümleleri kullandı: “Bak kızım! İki arkadaşım (Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir) ve ben, üçümüzün hali aynı yola giden üç yolcuya benzeriz. Biri (Yani Hz. Peygamber) varacağı makamına vardı. Diğeri de (Yani Hz. Ebu Bekir) onun yolunda yürüyerek birincinin yanına vardı. Burada üçüncü bir adam var. O da (yani kendisi) onlara ulaşmak istiyor. Kızım! Fazla yükle gidersem onlara ulaşamam.”
Allah’ın zatını düşünelim mi? Hz. Ömer’den bir rivayet gelmiştir. O rivayete göre Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Allah’ın yarattıkları (kainat, varlık, yaradılış, tabiat, vs.) hakkında düşünün.
Tefekkür edin. Ama Allah (ın zatı) hakkında düşünmeyin.” Hadis sıhhat açısından tartışılabilir. Diyelim ki kelamı kibar. Ama manidar. Şeytan insanın kalbine vesvese atabilir, ‘Allah’ın şekli nasıldır?’ gibi sorularla. Bu sorunun cevabıyla sorumlu değiliz ve bu sorunun cevabının bize katkısı yoktur. Diğer açıdan Yüce Allah’ın yarattığı hiçbir şeyin O’na benzemeyeceği de ortada. O zaman biz, “İman ettik” deriz ve O’na kulluk ederiz. Yüce Allah’ın görülmesine gelince; O ancak cennet ehline ahiret aleminde nasip olacaktır.
DİĞER HABERLER
Komisyon iddiasında, peki şimdi ne olacak?
Hasta olan ve tedavisi yapılamayan kedi, köpek gibi hayvanların veteriner tarafından itlafı caiz midir?
MEHMET ÇETİN – Namık Kemal Avşar