Şereflikoçhisar Tuzgölü Haber Gazetesi

Gazete – Matbaa – Baskı İşleri

KUR’AN OKUMAK

Kur’an-ı Kerim’in gönderiliş gayesi, insanlığa yaradılış gayesini bildirerek, temel inanç, ibadet ve ahlak ilkelerini açıklamaktır. Kur’an’ın gönderiliş gayesinin gerçekleşebilmesi için öncelikle onun doğru bir şekilde okunması, anlaşılması ve yaşanılması gerekmektedir.
Sahabenin Kur’an öğrenme ve okuma yöntemi, büyük ölçüde onu anlama ve uygulamayı esas almaktadır: Bir rivayette; “Biz, Kur’an’dan on ayet öğrenince, bunlardaki helal, haramı, emir ve yasakları iyice öğrenip hazmetmeden sonraki on ayete geçmezdik.” Dedikleri nakledilmiştir. İbn Abbas bu konuda; ‘Ağır ağır ve manasını düşünerek yalnız bir sure okumayı, Kur’an’ın tamamını okumaktan daha çok seviyorum’ demiştir. Aynı şekilde Hz. Ali de; “Kendisinde idrak ve anlayış bulunmayan ibadette hayır olmadığı gibi, düşünmeksizin yapılan kıraatte de hayır yoktur” diyerek Kur’an okuma konusundaki temel düşüncesini dile getirmiştir.
İlk dönem İslam âlimlerinin Kur’an okuma anlayışını ortaya koyması bakımından şu ortak kanaatleri bize ibret olmalıdır. ‘Kur’an okumaktan maksat, onu anlamak, düşünmek, muhteviyatını öğrenmeye çalışmak ve gereğince amel etmektir. Kur’an’ın okunması ve ezberlenmesi, manasını anlamaya bir vesiledir.
İmam Gazali’de ideal anlamda bir Kur’an okuyuşunda dil, akıl ve gönül üçlüsünün işbirliği içinde olması gerektiğini belirtir. Ona göre bu üçlüden dilin görevi, harfleri ağır ağır ve doğru telaffuz etmek; aklın görevi, manayı düşünüp anlamak; gönlün görevi ise, Kur’an’ın manasından gereken dersleri almaktır.
Kur’an okumak, başlı başına bir ibadettir. Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurulur;
“Kitaptan sana vah yedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayasızlıktan ve kötülükten meneder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir.” ( Ankebut Suresi, 45 ), “…Kur’an’ı tane tane, hakkını vererek oku.” ( Müzzemmil Suresi, 4 ) Sevgili Peygamberimiz de; “Kim Kur’an-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.” “Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir” buyurmuştur.
Burada önemli olan “okumak” tan ne anladığımızdır. Sözlüklerde okumak kelimesi ; 1-Bir yazıyı meydana getiren harf ve işaretlere bakıp bunları seslendirmek veya düşünceyi anlamak, 2-Yazılmış bir metnin iletmek istediği şeyleri öğrenmek, 3-Bir konuyu öğrenmek için okulda, bir öğretmenin yanında veya yazılı şeyler üzerinde çalışmak, öğrenim görmek, 4-Bir şeyin anlamını çözmek, 5-Bazı belirtilerle bir anlamı, gizli bir duyguyu anlamak, kavramak anlamlarında kullanılıyor.
Biz “Kur’an okumak” tabirini sadece harf, kelime ve cümleleri seslendirmek olarak anlamışız. O kelime ve cümlelerim iletmek istedikleri manalar ilgi alanımızın dışında kalmıştır. Bilindiği üzere insanın biri maddi, diğeri manevi olmak üzere iki yanı vardır. Buna uygun olarak ibadetlerin de, insanın hem maddi yönüne hitabeden şekil boyutu, hem de onun manevi yönüne hitabeden mana boyutu vardır.
Örneğin; namaz ibadeti ayakta durma, rükû, secde ve oturuş gibi birtakım maddi unsurlar yanında niyet, huşu, ihlas, tefekkür ve tezekkür gibi manevi unsurları da içermektedir. İdeal bir namaz, bu maddi ve manevi boyutları dengeli bir şekilde bir arada bulunduran namazdır.
Meseleye Kur’an okuyuşu bağlamında baktığımızda, aynı durum onun için de geçerlidir. Zira Kur’an okumanın maddi boyutu, kendisinin de açıkça beyan ettiği üzere Arapça olarak inen Kur’an’ın, bu dilin kural ve kullanımına uygun bir şekilde telaffuz edilip seslendirilmesidir. Manevi boyutu ise, onun Allah kelamı olduğuna inanılarak ve gönderiliş gayesi göz ardı edilmeden doğru bir şekilde anlaşılması ve kendisinden pratik hayata aktarılacak inanç, ibadet ve ahlaka dair ilkeler çıkarılmasıdır.
Kur’an okumak, sadece onun lafzını telaffuz etmekten ibaret olmayıp, bunun yanı sıra okunanı anlamayı da içeriyorsa -ki, Kur’an’ın indiriliş gayesinin gerçekleşmesi için bu zorunludur- bu takdirde mesele üzerinde daha bir ciddiyetle durmak gerekmektedir.
Ömür boyu günde beş vakit namaz kılan, çeşitli vesilelerle Kur’an ayetleri okuyan, fakat binlerce kez okuduğu Fatiha’nın dahi muhtevasından haberdar olmayan bir Müslüman tasavvur edilebilir mi? Maalesef çoğumuzun durumu bunu yansıtıyor. Mevcut durumumuz budur ve bunun sonucu olarak karşımıza kaçınılmaz olarak dini ve ahlaki yönden beklenilen niteliklerden çok uzak, basit meseleler etrafında tartışıp oyalanan, taklide dayalı bilinçsiz bir Müslüman toplum ortaya çıkıyor. Netice itibarıyla dile dayalı her eser için geçerli olduğu gibi Kur’an’ın da lafız ve anlam olmak üzere iki boyutu vardır. Bir dili konuşmak, nasıl onu hem lafız hem de mana itibarıyla uyumlu bir bütün olarak bilmeyi ve kullanmayı gerekli kılıyorsa, Kur’an’ı okumak da sadece onun lafızlarını telaffuz etmek değil, bilakis bu lafızların ifade ettiği anlamı bilmeyi gerektirmektedir. Esasen bu konudaki çözüm de bellidir: Mademki millet olarak farklı bir dil konuşuyoruz ve hepimizin Arapça öğrenmesi mümkün değil, o halde meselenin her iki boyutunu birden dengeli bir şekilde götürmemiz gerekmektedir.
Halkımız için Kur’an’ı gerçek anlamda okumanın yegâne yolu; bir yandan lafzı da ilahi kaynaklı olduğu için onu Arapça metninden okumayı sürdürürken, diğer yandan da meal ve tefsirlerden istifade ederek onun anlam, yorum ve uygulama şekillerini öğrenmeye çalışmak ve bunun sonuçlarını hayatın tüm alanlarına yansıtmaktır.( fahri sağlık Balıkesir Karesi İlçe Müftüsü)

Sakarya araç kiralama Sakarya evden eve nakliyat